Genel Başkanımız Ecevit Öksüz, Yeni Şafak Gazetesi Düşünce Günlüğü sayfası için 15 Temmuz’u kaleme aldı. 16.07.2017 tarihinde yayınlanan ve 28 Şubat, 15 Temmuz kardeşliğine odaklanan yazıya aşağıdan ve Yeni Şafak Gazetesi web sitesinden ulaşabilirsiniz.
Kelam duygu ve düşünce ile sesin arasında, kalem söz ile yazının arasında, terimler, kelimeler ve kavramlar da; insanlar ve kurdukları medeniyetler arasında birer elçidir.
İnsanlığın gündemindeki kelime ve kavramlar, dillerindeki kelamlar, kağıtlarındaki yazılar zamana, medeniyete, sosyal gerçekliklere, toplumların ortak ruhi şekillenmişliklerine ışık tutar.
Tarihin bir dönemini anlamak, o zamanın ruhunu yakalayabilmek, ilgili dönemdeki aktörlerin dünyasını ve hedeflerini keşfedebilmek için kelama, kaleme ve yazıya bakmak önemli bir aşamadır. Zira kodları ancak bu elçiler ile çözümlemek, mümkün olabilmektedir.
Ülkelerin ve milletlerin belli dönemlerini ve ilgili dönemlerin aktörlerini, aktörlerin hedeflerini anlamanın kodları arasında siyasi, sosyal, bürokratik, ekonomik ve medyatik unsurları incelemek de öncelikli başlıklar arasında yer tutar. Diğer taraftan insanlık tarihi boyunca süregelen hak ve batıl mücadelesinde kurulmuş oyunların içerisinde sembol olmuş hem zalim hem hakka ram olmuş kahramanları incelediğimizde her iki tarafın kendi içerisindeki benzerliklerini incelemek de ayrı bir önemi haizdir.
Ilımlı İslam, dinler arası diyalog, tedbir, furuat, irtica, Batı Çalışma Grubu gibi kavramlar ile 28 Şubat sürecini; milli irade, Yeni Türkiye, dünya beşten büyüktür, tek devlet, tek bayrak, tek millet gibi ifadelerin ise hangi dönemleri yansıttığını her iki dönemi de reşit olmuş bireyler olarak yaşayanların anlamaması neredeyse mümkün değildir.
OYUNLARI BOZAN BÜYÜK OYUNCU
Toplumların içerisinde büyük krizler üretmek isteyenlerin odaklandıkları üç başlık siyasi, sosyal ve ekonomik dengenin bozulması olmaktadır. Bahsedilen bu üç denge, ya bozularak ya da bu üç dengenin hakim güçlerini ele geçirmekle istenilen hedefe ulaşılacağı düşünülür. Düşünülür diyorum çünkü; siyasi, sosyal ve ekonomik denge üzerinde kurulan oyunlar genel olarak tutsa da öyle zamanlar gelir ki kurulan oyunlar oyun kurucunun başına döner. Tıpkı 15 Temmuz hain darbe girişiminde olduğu gibi. Daha büyük bir hesap sahibi, daha büyük bir oyuncu devreye girer ve Hz. Musa’nın asasının Firavun ve yakınlarının büyülerini bozduğu, yuttuğu gibi Firavunlaşmışların oyunlarını da bozuverir…
Olağan dışı dönemler bahsetmiş olduğumuz bu alanlarla birlikte diğer bilimsel disiplinlerin de konusu edilmeli, farklı açılardan irdelenmesi gerekir. 28 Şubat’ın bu bağlamda yeteri kadar incelendiğini, tüm boyutlarıyla kodlarının çözümlendiğini, geleceğe ışık tutacak ölçüde değerlendirmelere tabi tutulmadığını düşünüyorum. Her ne kadar toplumsal hafızaya kazınmış olsa da bazı gerçekler nesil değişimlerinde unutulabiliyor. Tam da burada bizzat kendi evimde yaşamış olduğum bir hatıramı nakletmek istiyorum. 17-25 Aralık sonrası, 15 Temmuz öncesiydi. Bir televizyon kanalında 28 Şubat belgeseli yayındaydı. 15 yaşındaki kızım ve 13 yaşındaki oğlum “baba lütfen kanal değiştirir misin” dediler. Onlardan rica ettim, “bakın biz ilginç zamanlar yaşadık, artık siz de delikanlı çağına geldiniz. Gelin birlikte izleyelim belgeseli ve siz de neler yaşadığımızı görün” dedim. Belgeseli birlikte izlerken eşim ve benim gözlerimiz dolarken, çocuklarımız izlediklerine inanamadılar. Belgeselde; okulunda derece yaptığı halde mezuniyet programında ödülü verilmeyen, sahneden indirilen başörtülü kardeşimiz, üniversitelerdeki ikna odaları, milletin Meclisi’ne milletin oyları ile seçilip gelen başörtülü milletvekilimizin Meclis’ten çıkarılması, bir esnafın zamanın başbakanının yakınında yazarkasa fırlatışı ve nice acılar vardı. Evet, inanamıyorlardı gördüklerine. Aynı çocuklarım 15 Temmuz hain kalkışmayı yaşadığımız gecenin sonrasında izledikleri o belgeselin gerçekliğini bana bizzat kendileri hatırlattı ve milli irade nöbetlerinin neredeyse tamamında bizi yalnız bırakmadılar.
PSİKOLOJİK HARP UYGULANDI
28 Şubat’ın siyasi ve iktisadi boyutlarından çok bir sivil toplum kuruluşu başkanı olarak sosyal boyutunu bu vesile ile ele almak istiyorum.
O dönemin en büyük sosyal yaralarının başında toplumun birçok açıdan psikolojik harbe maruz bırakılması geliyordu. Eğitimin, bürokrasinin, işçi ve işverenlerin içerisinde kim inanç değerlerimize sahip çıkıyorsa, kim inançlarının gerektirdiği bir yaşam tarzını benimsemişse üzerine medya, siyaset ve askeri bürokrasinin psikolojik harbinin hedef tahtası haline getiriliyordu. 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulaması ile İmam Hatiplerin ortaokulları kapatılmış, katsayı gibi garabet bir uygulama ile İmam Hatip Liseleri’nden mezun olacak gençlerin önü kesilmiş, başörtüsü yasağı derinleşmiş ve tüm kurumlara yaygınlaştırılmış, Kur’an kurslarına yaş sınırlaması getirilmiş, askeri ve sivil bürokrasinin içerisinde birçok insan görevlerinden atılmış, Anadolu sermayesi “yeşil sermaye” tanımlaması ile ticari ve sınai hayatın içerisinde tecrit edilmeye çalışılmıştı.
Tam da bu dönemde; normal akıl ile değerlendirildiğinde mazlum ve mağdur olması ya da mazlum ve mağdurlardan yana tavır alması beklenen Fetullah Gülen ve taraftarlarının refleksleri, söylemleri, duruşları, tarafları çok açık ve net idi. İnsanlara (güya) din anlatıyor lakin “tedbir” diye müntesiplerine Allah’ın emirlerinin aksine talimatlar da yağdırıyordu.
DARBECİLERİN VE KATİLLERİN YANINDA YER ALDI
Sivil ve askeri bürokraside başörtülü kardeşlerimiz onur mücadelesi verirken onlar tedbir olarak başlarını açıyor, başörtüsüne kolayca teferruat diyebiliyordu,
İmam Hatip okullarının kapısına kilit vurulmaya çalışılırken “bizim okullarımız var” diyerek adeta sevinç çığlıkları atıyor, kendi okullarının tüm anahtarlarını ise postmodern darbenin aktörlerine hemen teslim edebileceğini söyleyerek tarafını haykırıyordu. Hatta “askeri okullardan bir öğrencimiz veya bir askerimiz kurumundan atılacağına tüm imam hatipler kapatılsın” sözleri ağzından dökülebiliyordu.
Aynı zat; yaşanılan acıların baş aktörleri hakkında “şefaatçi” olmayı vadederken siyasetin “savunan adamı” merhum Erbakan ve hükümetine “beceremediniz artık bırakın” diyerek gazetelere manşet veriyordu. Aynı dönemlerde milletin yürekli evladı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da önü kesilmeliydi ve kurulan oyunlar, kurgulanmış mahkemeler ile okuduğu bir şiir yüzünden Erdoğan hapse mahkum ediliyor, “artık muhtar bile olamaz” çığlıkları atılıyordu…
Türkiye’de psikolojik bir harp yürütülürken inanç ve özgürlük mücadelesi verenler radikal İslam olarak adlandırılıp Fetullah Gülen ve taraftarlarının “diyalog” söylemleri üzerinden “ılımlı İslam” adı altında zamanı geldiğinde canavarlaştırılacak bir terör örgütüne uluslararası “sözde sempati” devşiriliyordu kirli eller tarafından el birliği ile…
TAKIYYEYİ YAŞAM TARZI HALİNE GETİRDİLER
1970’li yıllarda projelendirilen, 90’lı yıllara kadar alt yapısı oluşturulan, iki binli yıllarda gerçek yüzüyle harekete geçirilen FETÖ yapılanması tarihimizin en kirli, en sinsi, insanlığın gönül genetiğini bozacak bir içerik ve yaklaşımla hazırlanmış seküler ve profesyonel bir hazırlıktır.
Bu profesyonel hazırlıkların sonunda şöyle bir yapı üretilmiştir:
* İslami söylem ve cemaat yapılanmasıyla büyüyen ama güce ulaşınca kendine “hareket” veya “camia” gibi yeni tanımlamalar uyduran,
* İslam dünyasının yaşadığı hiçbir sorunda “ümmet”in tarafında yer almayan, yaşanılan zulümlerde Müslüman kesim ile omuz omuza vermeyen,
* Kurduğu sözde eğitim kurumlarında kendi uydurdukları yaklaşımları din diye anlatan, din eğitimi veren kurumlar hakkında olumlu hiçbir girişimde yer almayan, İmam Hatip Okulları ve İlahiyat Fakülteleri’nde de çok az taraftar bulabilen,
* Din adına verdiği eğitimlerde sohbet gruplarında Kur’an ve Sünnet’in yerini sadece kendi ürettikleri yayınlarla ikame etmiş, kurgulanmış yayınlarla akılları ve gönülleri ipotek altına alma sürecini işleten,
* İslam’ın asıl kaynaklarından çok sözde hocalarının rüyaları ile amel eden, her hedefi için güya kutlu rüyalar gören ama rüya ile amel edilemeyeceğini unutan,
* “Ancak mü’minler kardeştir” düsturu olan bir dine iman ettiğini söyleyen ama kendi yapılanması dışındaki iman ehlini ya yok sayan ya da onlarla neredeyse hiçbir kardeşlik hukukunu işletmeyen,
* Yıllarca hukuksuzluğu yaşatan, İslam’a ve Müslümanlara zulmedenlere hoşgörü ve diyalog çağrıları ile yaklaşan, o hukuksuzluk ve zulüm dönemlerinde hayatiyetini sürdürmek için zalimlerden yana tavır alan ama aynı diyalog ve hoşgörü çağrısını kendileri ile aynı kıbleye saf tutanlardan esirgeyen,
* Hukuksuzluklardan ve yolsuzluklardan şikayetlenen ama en büyük yolsuzluk olan takiyyenin alasını yapan,
* Adalet bekleyen, adalet nutukları atan ama kendileri gibi düşünenler aracılığıyla bürokratik erki tekeline almak için olmadık yol ve yöntemleri devreye alan, bu yolda adaleti ifsat eden her türlü fiili menfaatleri uğruna meşru sayan,
* İslam’ı ve Müslümanları dünyada temsil etme iddiası taşıyan, bu iddiasını temel alarak gelişen, kurumsallaşan ama İslam ve Müslümanlar adına yaşanan hassas dönem ve olaylarda ya taraf olmayan ya da zalimler tarafında yer alan,
* Kendilerine yapılan muamelelerden şiddetle şikayetçi olan ama sıra kendilerine gelinceye kadarki duruş ve davranışlarını, muamele dönemindeki kendi muamelelerini görmeyen, göstermeyen,
* Demokrasi isteyen ama sandık tek çözüm değildir diyen, bu yaklaşımda olan her kim olursa olsun onlarla işbirliği yapan,
* Hukukun üstünlüğünü savunan ama hukuk sisteminin temsilcileri aracılığı ile bizzat hukuksuzluğun her türlüsünü gösteren,
* Yıllarca siyaset dışı / siyasi argümanlar üstü olduğunu söyleyen ama geri planda siyaseti dizayn etme gayretinde yerel ve uluslararası siyasi oyun kurucular ile sahne gerisinde birlikte hareket eden,
* Dünyanın dört bir yanında yapılanan ama gittiği ülkelerde (sözde) aynı dini paylaştığı kesimlerle neredeyse hiçbir iletişim kurmayan, onların sorunlarını görmeyen, maddi manevi hiçbir kaynağını dünyadaki hiçbir İslami yapılanma ile paylaşmayan,
HAİNLERİN KANLI YÜZÜ ORTAYA ÇIKTI
İçerisinde, saydığımız ve sayamadığımız sadece İslam dinine değil insanlığa dair sapkın düşünce ve eylemleri barındıran böyle bir yapı normal bir akıl, tek başına bir müptezelin üretemeyeceği bir yapıdır. Kaldı ki, özellikle dünya yapılanmasının ve stratejilerinin özel işbirlikleri olmadan gerçekleştirilemeyeceğini görmemek en hafif ifadeyle saflık, sıradan bir ifadeyle de hainlik olacaktır.
Hazırlıklar sadece Türkiye ile sınırlı değildi elbette.
Irak, yıllar önce işgal edilmiş, Anadolu insanının hem gönül hem tarih birliğini paylaştığı Bosna’da on binlerce kardeşimiz katledilmiş, Mısır ve Suriye başta olmak üzere yakın coğrafyamızda da hazırlıklar tamamlanmış ve hatta operasyonel süreçler de işlemeye başlamıştı. 28 Şubat’ta Türkiye’de de yeniden harekete geçen, 2002 yılından sonra şekil ve içerik değiştiren küresel oyun son olarak 15 Temmuz gecesi sahnelenmeye çalışıldı.
Sinsice yürütülen hazırlıkların ilk hamleleri 17-25 Aralık’ta boşa çıkarken, 15 Temmuz gecesi hainlerin milletin silahlarının namlusunu millete çevirerek kanlı yüzünü gösterdi.
Yerli ve küresel emperyalist işbirlikçilerin hedefleri net olarak insanlığın gönlünde “İslam korkusu/İslamofobi” oluşturmak, dünyanın İslamlaşma eğilimini bitirmek, her açıdan kalkınan ve işbirlikleri geliştirme yolunda ilerleyen Türkiye ve İslam coğrafyasına dur demektir. Dünyada İslam ile terörü yan yana göstermeye çalışan hareketlerin büyük ekseriyeti işte bu hazırlıkların profesyonelce planlanmış aşamaları, süreçleridir.
AKTÖRLER FARKLI, HEDEF AYNI
28 Şubat ve 15 Temmuz kardeşliğine gelince;
* 28 Şubat da 15 Temmuz kalkışması da uluslararası kirli ittifaklar ile yerli işbirlikçilerinin planıdır. Kardeşler arasında sadece öne çıkan, görünen yüz farklıdır. 28 Şubat’ta görünen yüz Kemalist, ulusalcı kanat iken FETÖ diyalogcu kardeş rolünü oynamış; 15 Temmuzda FETÖ öne çıkmış diğer kanat destek kuvvet rolünü oynamıştır.
* 28 Şubat Türkiye’de İslam ve Müslümanları durdurma, yok etme girişimi iken; 15 Temmuz öncesi, sırası ve sonrasında “üretilen ve yükseltilen İslamofobik” faaliyetlerin de etkisiyle bölgemizde ve dünyada İslam korkusunu yerleştirmek istenmiştir.
* 28 Şubatta iyilik meleği gibi gösterilen, böylece tıpkı Hasan Sabbah’ın haşhaşileri gibi sinsice tüm kurumlara sızan FETÖ elemanları, 15 Temmuzda adeta canavarlaştırılmıştır.
* 28 Şubatta Kemalist, ulusalcılar insanları laiklik ile aldatma girişimini sahnelerken; 15 Temmuz’da insanları Allah ile aldatan bir oyun sergilenmek istenmiştir.
* 28 Şubatta İmam Hatip Okulları’nın önü kesilirken, FETÖ’nün okullarının önü açılmış, Fetullah Gülen’in günahsızlığına inandırılan itikadı bozuk elemanlar yetiştirilmiştir.
* 28 Şubat’taki sahte şeyhler, türetilmiş sahte mağdurlar ve mağdureler ile FETÖ’nün abi ve ablaları kardeş roller üstlenmişlerdir.
* 28 Şubat döneminin MGK’sı ve Batı Çalışma Grubu ile FETÖ’nün bölge imamları ve mütevelli heyetleri benzer işlevleri görmüşlerdir.
* 28 Şubat’ta Müslümanlara uygulanan psikolojik ve fiziki baskıların neredeyse aynısını 15 Temmuz öncesinde toplumun her kesimine FETÖ baskısı olarak uygulandı.
* 28 Şubat’ın Fadime Şahin’leri vardı, şimdi paralel ablaların duygu sömürüleri var. (28 Şubat’ta başörtülü kadınlar zulme uğrarken, hakları gasp edilirken başlarını açıp hayatlarını sürdüren FETÖ taraftarı kadınların, bugün terör örgütü üyeliğinden tutuklandıklarında başörtüsü sömürüsü ne kadar düşündürücü değil mi?)
Aktörleri, senaryoları, zamanları farklı; kaynakları, hedefleri, maksatları ve işbirlikçileri aynı iki kardeş tarih: 28 Şubat ve 15 Temmuz.
28 Şubatta akan gözyaşları ile 15 Temmuz şehitlerimizin kanı da kardeştir…
Abdullah Ecevit Öksüz
TİMAV Genel Başkanı