Onun hikâyesi 1882’de Trabzon’da başlar. Allah, Peygamber ve hizmet aşkıyla dertlenen, derdi kendisini yerinden eden, rahatsız eden bir adamın hikayesidir bu. Gençlik yıllarında Allah ile ahidleşen, ahdini de yerine getirebilen bir ‘öncü’nün hikâyesi… Küçük yaşlarda anne ve babasını kaybeder. Uzun bir süre babaannesinin himayesinde büyür. Küçük yaşlarda hafızlığını tamamlar. O zamanki ortaokul ve lise seviyesindeki Rüşdiye ve İdâdiyi Trabzon’da bitirir. İdâdi ile birlikte medresede de tahsil görür. İdâdi’de okuduğu sıralarda dedesi Ömer Feyzi Efendi’nin yerine Trabzon Çarşı Camii’nin imam-hatipliğini yapar. Rivayet odur ki, daha 17 yaşında iken bir Ramazan günü ikindi vakti camide müezzin Kur’an okurken kendinden geçer ve samimi bir lisanla “Ya Rabbi” der “Senin bu kitabının lisanını anlamayı bana nasip eyle, ben de ölünceye kadar senin kitabının dellalı (ilan edicisi) olayım”. “Derse Gelmediğim Gün Cenazeme Gelin” 1905’de Daru’l-Muallim-i Âliyye’ye gider. Sultan Abdülmecid döneminde rüştiyelere erkek öğretmen yetiştirmek üzere açılan okuldur burası. Bir nevi Eğitim Fakültesi. Zamanın meşhur alimlerinden (Babanzade Ahmed Naim, İzmirli İsmail Hakkı, Mehmed Akif, Mustafa Asım, Şevki Efendi gibi hocalardan) dersler alır. Arapça, kelam, fıkıh, mantık ve felsefe alanlarında diz çürütür. Bir süre Arapça hocalığı yapar. Muallimliği o kadar önemser ki “derse gelmediğim gün cenazeme gelin” dediği aktarılır. Kendine özgü geliştirdiği öğretim metotları ve öğrencilerle kurduğu iyi ilişkilerden ötürü kısa sürede Celâl Hoca olarak nâm salar. Mütareke döneminde kayınpederinin yerine Vasat Atik Ali Paşa Camii’nde on yıl kadar imamlık görevinde bulunur Celâl Hoca. Cumhuriyet’in kurulmasının ardından aceleyle çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun aleyhinde konuştuğu iddiasıyla açığa alındıysa da yapılan tahkikat neticesinde görevine iade edilir. İstanbul Sultanisi’nde (sonradan İstanbul Erkek Lisesi oldu) Arapça muallimliği yapar. Harf inkılâbının ardından Arapça derslerinin kaldırılması ile birlikte okulun Türkçe hocalığını devralır. Uzun yıllar İstanbul’un çeşitli okullarında Türkçe, edebiyat, mantık ve felsefe dersleri okutur. 1947 yılında İstanbul’un en önemli liselerinden olan Vefa Lisesi’nde felsefe hocalığı yaparken emekli olur. İmam-Hatip Neslinin Öncüsü Emeklilik onun için dinlenme vakti değil, daha fazla derdinin peşinde koşma vaktidir. Zira işi vaktinden çoktur. Hali hazırda var olan ancak işlevi oldukça yetersiz olan İmam Hatip Kursları’nı genişletme mücadelesine başlar. Sadece pratik anlamda imam yetiştirmeyi hedefleyen bu kursların daha kapsamlı okullar olması gerektiğini ve orta kısmının da açılması lazım geldiğini düşünür. Bu kurslar 10 aylık olarak açılmış fakat yeterli ilgiyi bulamadığından dolayı kapatılması tasarlanmıştır. O sıralarda Celâl Hoca’nın sokaktaki ameleleri toplayarak, “Kaç para kazanıyorsanız ben vereyim yeter ki gelin sınıfta oturun, müfettiş geldiğinde öğrenci yok diye kursu kapatmasın” dediği rivayet edilir. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri ve birçok yetkili ile görüşür. Nihayet imam-hatip okullarının açılmasına karar verilir. 17 Ekim 1951 tarihinde, ülkenin ilk imam-hatip okulu olan İstanbul İmam-Hatip Okulu Celâl Hoca’nın gayretleri ile açılır ve okulun ilk müdürü kendisi olur. Bazen elinde süpürgeyle temizlik yapar, bazen tamirat işleriyle ilgilenir, çoğu zaman da tahtaya geçip ders anlatır. Türkiye’nin dini, ilmi, kültürel ve sosyal hayatında çok önemli bir yeri olan, çok seçkin isimleri yetiştirmiş bulunan ve bir neslin mücadelesinin temel yapı taşı olan imam-hatip okullarının kurulmasının fikrinin ilk sahibi ve ilk program yapımcısı olması, Celâl Hoca’yı ayrıca kıymetli yapan bir unsurdur. 6 Yıl İhyâ Dersleri Arapça, Fransızca, Farsça bilir ve özellikle Arap edebiyatına vukufuyla tanınır. Dini ilimlerin yanında Batı kültürünü de yakından incelemiştir. Bütün ilmi hayatı boyunca tahkik metodunu uygulamıştır. Felsefe, kelam, mantık ve özellikle İslam felsefesi alanında iyi yetişmiş, bu konularda Arapça ve Fransızca’dan tercümeler yapmıştır. Resmi derslerin yanı sıra Beyazıt’ta evinin yakınındaki Soğanağa Camii’nde cumartesi günleri 6 yıl sürecek İhyâ-ı Ulûm’id-Din dersleri vermiştir. Ülkemizin zor zamanlarında birçok din âlimi ve Müslüman münevverin bir köşeye çekilip zulümlere karşı ses çıkarmadığı ve yeniden ayağa kalkış için çaba göstermediği bir zamanda Celâleddin Ökten Hoca sağına soluna bakmadan ben varım diyen, derdinin ateşiyle yanan bir gönül adamıdır. Her zaman ve her şartta iyiliğin yayılması için gayret göstermenin imkânı olduğunu düşünen biridir. Gayretli, aynı zamanda sabırlı ve kanaatkâr bir anlayışla, kadim kültürü yeni neslin diline ve gönlüne aktarmayı başarmıştır. Son derece sade bir hayat yaşamıştır. Güzel insanlarla beraber olan, onların kokusunu taşıyan ve Kur’an’ın “salihlerle beraber olun’’ vurgusunu anlayabilmiş biridir o. Bu yüzden yaşlılığın terkedilmişliğini yaşamamıştır. Eserleri Var mı? Hoca’nın tabiatından gelen aşırı titizliği ve müşkülpesentliği, okuduğu ve yazdığı her kelime üzerinde duruşu, her noktada kaynak eserleri uzun uzun tahkik edişi gibi sebeplerle bazı makaleleri dışında yayımlanmış herhangi bir eseri bulunmamaktadır. Doğu ve Batı kaynaklarından tercüme ettiği sarf, nahiv, edebiyat, kelam, İslam felsefesi, felsefe ve ahlaka dair kitap ve makaleleri yaklaşık yüz defter tutmaktadır. Dini ilimlerde modern metodoloji ve sosyolojinin uygulanmasını arzu etmiştir. Klasik kelamın da çağımız insanının ve İslam dünyasının ihtiyacını karşılayacak yeni bir ilm-i kelam’a dönüşmesini arzulamıştır. Bin cildi aşan kütüphanesini Süleymaniye Kütüphanesi’ne bağışlamıştır. Kasım 1961’de vefat eder. Edirnekapı Şehitliği’ndeki aile kabristanlığına defnedilir. Rabbimiz ona da bize de rahmet etsin. Âmin. (Genç Dergi 2015 Şubat sayısından alınmıştır.)

Click edit button to change this text.