Örnek Şahsiyet: Ahmet Tevfik İleri

Türk siyasetinin güleç yüzlü, berrak hitabetli, bilgili ve dirayetli siması Tevfik İleri’nin bilinmeyen yönleri.
28 Mayıs 2007 Pazartesi 11:21

İnsan sevgisi ve hizmet aşkı ile dolu örnek siyasetçi, örnek insan Hemşinli hemşehrimiz : AhmetTevfik İleri

Fatih Sultan KAR

Türk siyasetinin güleç yüzlü, berrak hitabetli, bilgili ve dirayetli siması Tevfik İleri’yi bu sayfalara taşımayı aylar öncesinden tasarlamaya başlamıştım.

Rizeli yaşlılardan sürekli kendisine dair hatıralarını dinlediğim, Türk siyasetinin renkli kişisi Tevfik İleri’nin adı, Rize’de, okullarda ve caddelerde yaşatılıyordu. Bunlar 1945 yılında kurulan Rize Tevfik İleri Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi ile Tevfik İleri Anadolu Lisesi ve Rize’nin en işlek caddelerinden biri olan Tevfik İleri Caddesi’dir.

Tarihçi arkadaşım İshak Güven Güvelioğlu’nun, babası gibi memleket sevdalısı olan Cahit İleri ile tanıştığını duyunca çok heyecanlandım. Güvelioğlu’ndan bir görüşme ayarlamasını istedim. Oğul, Cahit İleri bu isteğimizi memnuniyetle karşıladı ve bizi evinde ağırladı.

Cahit İleri, bir Hemşin sevdalısı. Kapısında karayemiş ağacı bulunan evinin duvarlarında Hemşin fotoğrafları, yüreğinde hep bir Hemşin özlemi var. Bizi anlattıkları ile 1950’li yıllara götüren İleri, büyük sürprizi sona saklıyor, söyleşinin sonunda babası Tevfik İleri’nin orijinal ses kayıtlarını dinletiyor bize. Tevfik İleri’nin sesi berrak hitabeti ile dinleyenlere güven veriyor.

1950 ve 1960’li yıllara götürdü.
Söze babanız Tevfik İleri ve ailenizden başlayalım dilerseniz…

Babam, Hafız Celal Efendi ve Fatma Hanım’ın evladı olup 1911’de Rize-Hemşin’ de doğdu. Ailemiz “İmamoğulları” ismi ile bilinmektedir. Babamın doğumundan birkaç yıl sonra aile İstanbul’a göçtü. Babam, ilk ve orta öğrenimini İstanbul’da dedesinin yanında tamamladı. Gelenbevi Ortaokulu’nu bitirdikten sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’ne girdi. Talebeliğinin son senesinde Milli Türk Talebe Birliği’nin başkanlığına seçildi. 1933 yılında mezun oldu.

Milli Türk Talebe Birliği’nde öncü çalışmalar yaptığını öğrendik… Nedir bunlar?

Evet kendisinin önderliğinde MTTB milliyetçi bir heyecanla birçok konuya el attı ve yayın yaptı.İstiklal Marşı çalınırken ayağa kalkılması, toplu olarak Çanakkale şehitlik ziyareti 16 Mart şehitlerinin anılması gibi bazı gelenekler o zaman başlatıldı. Bir yabancı şirkette Türkçe’ye hakaret edilmesini ve Bulgaristanda Türk mezarlığına saldırıda bulunulmasını protesto etmek üzere düzenlenen ve halkın da büyük ölçüde katıldığı iki büyük gençlik mitingi düzenlendi. O tarihlerde bunlar alışık olunmayan önemli organizasyonlardı.

Mezuniyetten sonra memuriyet hayatı mı başlıyor?

Mezuniyetten sonra yurdun muhtelif yerlerinde hizmette bulundu. Erzurum’da 1933-37 arasında Karayolları kontrol mühendisi, 1937’den 1942’ye kadar Çanakkale’de, 1942’den 1950’ye kadar da Samsun’da Bayındırlık Müdürlüğü yaptı. Samsunda Karayolları 7 Bölge’nin de ilk müdürüdür.

Derken siyasete giriyor…

1950 de “Yeter! Söz Milletindir” sloganı etrafında örgütlenen ve seçimleri kazanan Demokrat Parti’den Samsun Milletvekili seçilerek Meclise girdi.Meclisin aktif bir üyesi olarak çalıştı. İlk DP hükümetinde Ulaştırma Bakanı olarak yer aldı. Kısa bir süre sonra Milli Eğitim Bakanlığı’na getirildi (1950-53). Bunların dışında Meclis Başkan Vekilliği (1953-55), ikinci kez Milli Eğitim Bakanlığı (1957), Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı (1957-58), Bayındırlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakan Vekilliği (1958-60) yaptı. Bakanlıkları boyunca birçok önemli çalışmalarda bulundu. Milli Eğitim Bakanlığın çerçevesindeki hizmetlerinin iki adet yüksek lisans tezi çalışmasına konu olduğunu memnuniyetle kaydediyorum.. İz bırkmış Bakanlardandır.Burada kısaca Atatürk ve Ortadoğu üniversitelerinin açılışı, ilk ve orta okullarda dindersleri düzenlemesi, din adamı yetiştirmek üzere İmam Hatip liselerinin ve Yüksek İslam Enstitülerinin başlatılması ve birçok tenkide maruz kalan Köy Enstitülerinin Öğretmen Okullarına dönüştürülmesi ve Yüksek Öğretmen Okullarının açılması konularındaki hizmetlerini anıyorum, Bayındırlık Bakanı olarak da Demokrat Parti’nin kalkınma hamlesine katkı sağladı. İlk Boğaz köprüsü onun bakanlığı zamanında ihale seviyesine kadar geldi ama 27 Mayıs darbesi nedeniyle ancak 10 yıl sonra gerçekleşebildi

1960 sonrası 27 Mayıs ihtilal süreci?

27 Mayıs 1960 yılında yapılan darbenin ardından diğer arkadaşları gibi İleri de Yassıada Mahkemesi’nde yargılandı. Savunmasını, “Ölüm belki de kurtuluştur. Memleketin huzuru benim ölümüme ve hapishanelerde çürümeme bağlıysa kararınızı böyle verin. Memleketimin hayrı için buna da razıyım.” sözleriyle bitirdi. Bu göstermelik mahkemedeki duruşunu savunması sırasında söylediği şu sözleri belirliyor :”Başsavcı başımızla oynamaktan hoşlanıyor. Varsın oynasın. Onun peşinde değiliz ama şeref ve namusumuzla oynamasına asla müsaade etmeyeceğiz. Son nefesimizde dahi namuslu olduğumuzu iddia edeceğiz ve ispat edeceğiz.”

Ömür boyu hapis cezasıyla Kayseri Bölge Cezaevi’ne yollandı. Burada hastalanması üzerine Ankara Hastanesi’ne kaldırıldı. 31 Aralık 1961’de vefat etti.

Babanızla ilgili bir hatıranızı bizimle paylaşmanızı istesek…
Babama ait hatıralarımdan biri, beni Çumhuriyetimizin ilk Maarif Vekilleri’nden Mustafa Necati Bey için yapılan anma toplantısına götürmesidir. Tarihine baktım, 1955, babamın görevi Meclis Başkan Vekilliği. Ben de 10 yaşındayım. Herhalde gerçekten Mustafa Necati Bey’in hizmetlerini anlayıp öğrenmem için değil, bana vermek istediği terbiyenin bir parçası olarak götürmüştü. O Toplantıda yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “Kafası ve gönlü memleket ve millet için çalışmış, yıpranmış ve çile çekmiş büyük insanları anmak bir kadirşinaslıktır.”

Babam da zaman zaman çeşitli toplantılarla anılıyor, isminin verilmiş olduğu okul ve caddeler var.Bu yıl da Rize’de isminin verildiği çok güzel bir okul ile Milli Eğitim Bakanlığında bir toplantı salonu açılışı yapıldı. Ona bu kadirşinaslığı gösterenlere de zamanı gelince kadirşinaslık gösterilir inancı ve duasındayım.

Bir evlat olarak O’nun kişilik özelliklerini nasıl tanımlarsınız?

Rahmetli babamı evimizde son olarak gördüğüm zaman 15 yaşında idim. Bunu takip eden yaklaşık bir buçuk yıl içinde babam, ulaşılamayan ve kendisinden ancak 50 kelime ile sınırlı sansürlü mektuplar alınabilen bir tutsak ve bu haliyle sadece annem, ablalarım ve benim için değil bütün akraba ve aile dostları için de hayatın odak noktası idi. Onu ancak hastanedeki son günlerinde ateşler içinde zayıf ve hasta olarak her gün görebildim.

Kendi aramızda ailemize “demokrat aile” derdik. Bunun babamın Demokrat Partili olmasıyla bir ilişkisi yoktu. Bizde, en küçükleri ben dahil olmak üzere, herkesin fikrini oluşturma ve söz söyleme hakkı vardı. Bana öyle geliyor ki sanki aile işlerinde oy verme hakkımız vardı. Tabii ailenin her işinin böyle oylandığını zannetmiyorum, fakat verilen his o idi. Çocuk değil adam muamelesi görürdük.

Oturduğumuz ev üç oda bir salondu. Odalardan biri, içinde babamın kütüphanesi ve yazı masasının da bulunduğu bir çalışma odası idi. En küçük, fakat konum itibariyle en güzel oda buydu. Benim yaşım biraz ilerleyip ablalarımla beraber yattığım odadan ayrılmam gerekince orası benim odam oldu. Babam zaten pek evde bulunmazdı, ama ara sıra o odaya girmek isterdi. Artık oda benim olduğuna göre önce “Oğlum, müsaade eder misin biraz odanda oturayım” derdi.

Babamın ailemiz içindeki durumunu benden iki yaş büyük ablam Ayşe seneler önceki bir gazete röportajında bence çok güzel özetlemiş. Ondan bazı bölümler alıyorum:Ondan korkmazdık. Onu gücendirmekten ve saygısını kaybetmekten korkardık. Onun bizi beğenmesi, bizimle iftihar etmesi çok önemliydi bizim için. Ve bizimle birlikte olduğu anlarda bizi öylesine doldururdu ki, diğer zamanlarda da bu bize yeterdi.

Bir gün üç çocuğunu bir araya topladı ve “ar” ve “haya” kelimelerini izah etti. Bunu nasıl yaptığını şimdi hatırlayamıyorum ama, fikirleri içimize yerleşti ve hayatımıza yön verdi.

Çocuklarına çok düşkündü, ama annemizin yeri başkaydı. Eve geldiği zaman annemi muhakkak evde bulmak isterdi ve bulurdu da. Nadiren annemin evde olmadığı zaman neşesi kaçar, huzursuz olur; canı konuşmak bile istemezdi. Biz de bunu garip karşılamazdık, çünkü aralarında ne derin bir sevgi olduğunu bilirdik.

Milliyetçilik duygularını ve vatan sevgisini ondan öğrendik. İçindeki büyük Türkiye ve Türk aşkını bizlere de aşıladı. Ve bizlere Türkiye’yi iyisiyle kötüsüyle sevmeyi, vatanımızı her şeyin üstünde tutmayı öğretti. Onun lügatında “ben” yoktu. Bir olay eğer Türkiye lehine ise bu arada kendisinin zarara uğramasının, tenkit edilmesinin hiç önemi yoktu. Ulaştığı makamları, hizmet için bir vasıta olarak gördü. “Vekil olduğumu imza atarken hatırlıyorum” derdi. Aynı hisleri bizlere de aşıladığı için 27 Mayıs’a kadar, kim olduğumuzu gizlemeye çalıştık. Ancak ondan sonradır ki, iftiharla ve her fırsatta kimin çocukları olduğumuzu söyleyebildik.

Gerçekten de evimizde babam ve onun hayat, his ve düşünce ortağı annem tarafından öyle bir hava yaratılmıştı ki, 27 Mayıs darbesinin ilk günlerinde, herhalde durumun fecaatini de tam olarak anlayamadığım için, babamı düşündüğüm kadar memleketimizde bir askeri darbe geriliğinin yaşanmasından dolayı utanç ve üzüntü duyduğumu ve durumun bir an önce normale dönüp Türkiye’nin kalkınma faaliyetlerinin yeniden başlayabilmesi için acele ettiğimi hatırlıyorum.

Evet gençliğinden beri hayatı sert mücadeleler içinde geçmiş olan ve nihayet Yassıada’daki duruşmalar sırasında başı dik tutumu ile öne çıkan babam gerçekten hisleri yoğun yaşayan ve göz yaşlarına da her zaman hakim olamayan bir insandı. Benim hafızamda böyle iki olay yer etmiş. Biri radyodan naklen yayınını beraberce dinlediğimiz meşhur 3-1’lik Macaristan galibiyetimiz, biri de bize yüksek sesle sonradan Rahman suresi olduğunu anladığım bir Kur’an okuyuşu sırasında. “Erkek ağlamaz” sözünü beğenmez “İnsan olan ağlar” derdi.

Babanızın bu dolu dolu yaşamı içerisinde Hemşin nerede duruyordu?

Hemşin hep bir özlemdi babam için. Yassıada’da tuttuğu günlükler hem bir döneme ışık tutuyor, hem de yargılamaların seyri hakkında önemli bilgiler içeriyor. Ablam Cahide İleri (Aksoy) tarafından yayına hazırlanan günlüklerin 24 Haziran 1960 Cuma günkü sayfasında babam Hemşin’e olan özlemini şöyle dile getiriyor: ‘Bu sabah oldukça şiddetli yağmur yağıyor. Bu yağmurda İzzet (Akçal), Haluk’a, Paşa’ya, Hemşin’i muhtelif cepheleriyle anlatıyor.Hemşin ve Hemşin’de yaşamak birden bire yüreğimde tüttü. Kim bilir Allah neler nasip etmiş. Her şeyi unutup Hemşin’i zevkle hatırladım ve hissettim.

Ya diğer kardeşleriniz?

Annem (Vasfiye) ve babam 1933 yılında evlendiler. Biz üç kardeşiz. Cahide ve Ayşe adında iki ablam var. Cahide ablam yüksek inşaat mühendisi Ayhan Aksoy ile evli. Bu evlilikten Tevfik adında bir çocukları dünyaya geldi. TED Koleji ve DTCF İngiliz Dili Bölümü’nden mezun olan Cahide İleri, ODTÜ İngilizce Hazırlık Okulu’nda öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra 1986’da emekli oldu. Ayşe ablam da Cahide ablam gibi TED Koleji ve DTCF İngiliz Dili Bölümü mezunu. Ayşe İleri de ODTÜ’de öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra 1997’de emekli oldu.

Sizi çok etkileyen ardın dan yazılardan bir örnek verirmisiniz?

Çok yıllar sonra, 1991’de, büyük düşünür ve yazarlarımızdan Samiha Ayverdi Hanımefendi’nin bana ilettiği sözlerinden bir bölümü okumak istiyorum: Bu vesile ile kendisini de rahmetle anıyorum.“İşte Tevfik İleri denen o berrak imanlı, millî ve tarihî bereketli hazine ile başlamış dostluğumuz, gerçekten ezel günü bereketlerinden olmalı idi ki, aksamadan, sürçmeden yürüyüp gitti ve ölüm nedir bilmeyen ilâhi kanunun buyruğu içinde gitmekte devam eylemek sırrını gösterdi ve gösteriyor.

Şer ve nifak tohumlarının bir celâl tecellisi denecek 27 Mayıs hailesinde hırpalanıp aşağılanmak gayretlerine rağmen sapasağlam durarak, Allah’ın hıfz-ı kal’asından tek taş düşürtülemeyen o abide adamın ruhi metaneti dimdik ayakta kalmış, lakin et, kan ve kemikten ibaret bedenî gücü iflasın eşiğine gelerek nihayet kısa zamanda o insan, vatan sevgisi ile dolu o kafa, o meş’um şakîlere yenilmediğini göstererek gözlerini dünyaya yumuvermiştir”

Babam sevmiş, sevilmiş, kısa yaşamış fakat istediği yönde hizmet ederek yoğun yaşamış, erdemli ve erdemleri tanınmış, kabul edilmiş kıymetli bir insan. Kısa ömrünün son iki yılında maruz kaldığı zulmün, ahrette derecesinin yükselmesine vesile olduğuna inanıyorum.

Fotoğraf ve belgelerCahit İleriveFatih Sultan KARarşivinden alınmıştır.